-İrlanda, derler ki, Yahudilere hiç zulmetmemiş biricik ülke olma şerefine sahiptir. Bunu biliyor muydun? Hayır. Nedenmiş biliyor musun?
-Neden, Efendim?
-Zira, onları hiç içeri sokmamış da.” (1)
Ulysses’de, Stephen ve Mr. Deasy arasında geçen konuşma bu şekilde sonlanır. Mr. Deasy, ciddiyetle aksettiği bu cevabın ardından kendini daha fazla tutamayınca gırtlağından zıplayan kahkaha topağı da eşlik eder cümlesinin sonuna. Kahkahasının arasında tekrardan ünler Mr. Deasy: onları hiç içeri sokmamış da, işte ondan.
Romanda, espri gibi zikredilen ve kahkahayla sonlanan bu konuşma iki düşünce barındırır: Bir yandan bakıldığında bir tarafın zulmedilecek nitelikte olduğunu anlatır; diğer yandan bakıldığındaysa öteki tarafın zulmeden taraf (dolaylı yoldan kötü taraf) olduğunu. Peki, hangi taraf kötüdür, sorusu bizi bir sonuca götürmez. Dahası yanlış bir yola götürür. Romanda kahkaha ile sonlanan bu konuşmanın ahlaki ve etik yanlarını sorgulamanın ötesinde Mr. Deasy’nin bakış açısına eğilmek isabetli olacaktır. Çünkü bir romandaki ahlaki yargının askıya alınıp alınmamasını eleştirmek bir romanın başına gelebilecek en büyük kötülüktür.
Mr. Deasy temel olarak şu düşünceden besleniyor: İrlanda zulmetmemek için onları hiç içeri almamıştır, alsaydı, zulmederdi. Kötülük yapmak ya da kötülüğe maruz kalma ihtimalinin kesin olarak ortadan kalkmasının yolu uzak durmaktır. Bir olumsuzlukla karşılaşmamanın en mutlak yolu orada olmamaktan geçer. Orada olma ki zulüm görme, orada olma ki zulmetme. Fakat bu durum ise kendi içinde hayli karmaşıktır. Bu tavsiye insan ile ilgili kesin bilgilerden birini sunuyor olsa da fikri bir insana indirgediğimizde yalnızlığı buyuruyor.
Zulüm nereden ortaya çıkar? Zulmeden tarafın kötü oluşundan mı, zulmedilen tarafın zulmeden taraf nezdinde kötü oluşundan mı? Yoksa her ikisi de mi? Zulüm kötülükse, kötülük nereden ortaya çıkar? Kötülüğü besleyen şey nedir? Kötülüğü günah ile bağdaştırabilir miyiz? Bir insanı öldürmek kötülük müdür? Bir insanı öldürme isteği duymak ya da bunu düşünmek ne kadar kötüdür? Peki, kötülük ne zamandan beri var? Bu soruların elbette birçok yanıtı var. Yalnızca ilk günahın birçok inanışta ortak bir yanıtı bulunuyor, o da ilk insan aracılığıyla yeryüzüne inmiş olması. Kierkegaard şöyle der: “Günahkarlık günahtan başka bir şey ile gelmişse bu görüş kendi kendini yok eder; günah ile gelmişse, günah, günahkarlıktan önce vardır.” (2)
İlk insandan söz ederken ilk iyilikten değil, ilk günahtan ya da kötülükten söz etmemizle olumsuzun yaşam boyu benliğimizde daha çok yer kaplaması arasında gizli bir ilişki var. Kötü ve günah kavramlarının aynı şey olmadığı doğru. Bu nedenle daha anlaşılır olmak adına Parmenides gibi kavramları olumlu-olumsuz olarak karşıtlıklara bölmek faydalı olacaktır: iyilik- kötülük, varlık-yokluk, aydınlık-karanlık, incelik-kabalık… Olumlu, olumludur. Olumsuz ise olumsuz. Olumlu açıdan düşünürsek; her insan mutlu olmayı ister, her insan daha zengin olmayı ister, her insan güzel anlar yaşamak ister, her insan sevgi duygusunu yaşamayı ister, her insan daha iyi bir maaş ister, her insan… Bu örneklerin sayısız çeşidi olmakla birlikte ilk insandan bu yana zihnimizde ünleyen bu olumsuz ilk günah örneği, hayatı da çevreleyen bir güdü haline gelmiş olabilir mi? Az evvel yazılan ifadeleri şu şekilde düzenlersek daha kesin olabilir: Her insan mutlu olmayı ister ama öncelikle daha mutsuz olmamayı tercih eder. Her insan sevinç yaşamak ister ama öncelikle üzülmemek ister. Her insan daha iyi bir maaş ister ama öncelikle mevcut maaşının azalmamasını tercih eder… İnsan iyiyi arzular, fakat öncelikle daha kötü olmamasını ister. Hayat boyu daha olumluyu isterken, daha olumsuzuna engel olmaya odaklanır. Kimse bile bile acı çekmeyi tercih etmeyeceğine göre günümüz yaşamının tüm odağı da olumsuza set kurmaya yöneliktir. İnsan, ilk insanda bize öğretilenle birlikte olumsuzu benimser, olumluyu ister. Günümüz yaşamı sonucunu kolay öngöremediği büyük riskleri çok nadir alır. Doğal olarak insan benliğinde fark etmeden, yaşam boyu olumlu olandan çok daha fazla olumsuz olan yer kaplar.
Her ne kadar mutlu olmayı arzulasa da geçmiş acılarından bu nedenle gurur duyar insan. Geçmiş acılarının onu büyüttüğünü, yaşamın olumsuzluklarına karşı kendisini daha dirençli yaptığını, gelecek olumsuzluklara karşı daha hazırlıklı olduğunu varsayar. Nedense geçmiş acılarının, geçmiş mutluluklarından daha çok şey kattığını düşünür. Hatta böyle bir karşılaştırma yapmaz bile. Yalnızca geçmiş üzüntü ve acılarıyla gurur duyar. Geçmişte yaşadığı büyük bir sevincin ona kattıklarını anımsamaktansa geçmişte üstesinden geldiği ya da gelemediği zorlukları, yaşadığı başarısızlıkları, kayıpları, mağduriyetleri ve yıkımları asla unutmaz. Dahası bunları gururla anımsar. Bu gurur bilinçli midir? Evet. Bilinçli olmayan ileriye dönük olumluluk arzusudur.
Şimdiki zamanı yaşıyor olmak, geçmişi anımsamayı ve gelecek zamanla ilgili bir öngörü edinmeyi gerektirir. Bu öngörü genellikle olumludur. Bu; şu an’ın, sonraki an hakkında doğru ya da yanlış -bu önemli değil- bir fikre sahip olunarak yaşandığı anlamına gelir. Şimdiki an’ı yaşıyoruz, çünkü sonraki anla ilgili bir tahmine sahibiz. Şimdiki zamanda hareket, önceki zamanın belleği ve gelecek zamanın ne kadar kesin bir biçimde öngörüldüğü ile doğru orantılıdır. Basketbolcu attığı topun çemberden geçip geçmeyeceği konusunda bir varsayıma sahip olana kadar geçen zamanda elleri topu fırlattığı şekliyle havada kalır. Filmin heyecanlı yerinde ya da futbol maçının önemli bir anında patlamış mısırı ağzımıza götüren elimiz yavaşlar veya durur. Anlık bir zaman diliminde bilincimiz yavaşlarken, dışımızda gerçekleşen her şey hızlanır.
Yalnız, kesin bir biçimde öngörmekten kasıt, kişinin kendisinin kesinliğine inanması durumudur. Gelecekte olacak herhangi bir şeyi kesin olarak bilmekten değil, bildiğimizi varsaydığımız şeyin kesinliğine tam anlamıyla inanmaktan söz ediyorum. Çünkü kişi bu kesinliğe karar verirken ve hayat devam ederken şöyle bir gerçeği atlamış olur: “Bütün öngörüler yanılır! Bu, insana bahşedilmiş çok nadir kesin bilgilerden biridir. Ama öngörüler gelecek hakkında yanılsa da kendilerini dile getirenler hakkında doğruyu söyler, Onların şimdiki zamanlarını nasıl yaşadıklarını anlamak için en iyi anahtardır.” (3) Eğer bütün öngörüler yanılıyorsa, ya da şöyle söyleyelim, öngörülen şey tam anlamıyla öngörüldüğü gibi olmuyorsa: Şimdiki zaman, sonraki zamanda yanılacak bir öngörünün gerçek kabul edildiği anların birleşimidir. Şimdiki zaman; öngörünün yanılmasıdır. Şimdiki zaman; düşüncenin yanılsaması.
Tüm öngörülerin yanıldığı bir dünyada, (eğer hasta ruhlu değilse) bir insanın kötülüğünün o insan tarafından ne derece öngörüldüğünü tam anlamıyla bilemeyeceğiz. Varoluş, tüm öngörülerin yanıldığı bir şimdiki zamanda yapılan kötülüğü kesin bir biçimde değerlendirmekten alıkoymaktadır bizi. Düşünce, yanlış öngörülen bir kötülüğün ne kadarının hak edilmediğini ölçemez hiçbir zaman.
Başka bir açıdan bakarsak, Kafka “iyi bir yanıyla rahatsız edicidir” (4) demiştir. Tersinden ele aldığımızda kötülüğün göz kamaştırıcı yanı yok mudur hiç? İntikam alan insanın yüreği bir an için bile olsa ferahlar. Ancak intikam temel düzeyde kötülüğe kötülükle karşılık vermektir. O halde bu ferahlık kötü müdür? İhanetin yıldızlarla bezenmiş yolundan geçerken ve kimi zaman geri dönmeyi bir an aklından geçirmezken insan, yaşadığı esrimenin hiç mi güzel yanı yoktur? Edebiyat ve Felsefe hayatı yansıtıyorsa Marseult dünyanın en göz kamaştırıcı cinayetini işlemiştir: İnsan bedenini bir madde olarak kabul edersek, sonucu olumsuz olsa da metafiziğin maddeye tatlı ve göz kamaştırıcı biçimde lirik dokunuşu yalnızca romanlarda olmayabilir.
Paul Grizzly’e şöyle der: “Savaş ve kültür Avrupa’nın iki kutbudur, cennet ve cehennemi, zaferi ve utancıdır, ama onları birbirinden ayıramazsın. Birine bir şey olduğunda ötekine de olacaktır, birlikte yok olacaklardır. Elli yıldır Avrupa’da savaş olmaması, elli yıldır hiçbir Picasso’nun çıkmaması olgusuyla gizemli bir biçimde ilintilidir.” (5) Bu iki kutup gibi olumluyu ve olumsuzu yan yana düşünülemeyecek biçimde değerlendirmek yorumu berraklaştırabilir, ama sığlaştırır da. Varoluşsal pencereden bakıp kötü ‘nün bir yanıyla göz kamaştırıcı olmadığını söyleyebilir miyiz? Tanklar kötüdür, fakat geçicidir. Ölümsüz olan Picasso’dur.
Dipnotlar
(1) James Joyce; Ulysses, s.66/67
(2) Soren Kierkegaard; Kaygı Kavramı, s.25
(3) Milan Kundera; Bilmemek, s.13
(4) Franz Kafka; Aforizmalar, s.18
(5) Milan Kundera; Ölümsüzlük, s.132