Çanak antenlerin çalışma prensibi basittir. Uzayda, kendi yörüngesinde dönen uydular görünmez ışın yağmuru gibi sinyal yağmuruna tutar dünyayı. (Ah, ne çok istemiştim üçüncü bir gözüm olsun ve tüm bu görünmez sinyalleri şehre yukarıdan bakan evimin balkonundan görebileyim; Koca şehrin gök ile arasındaki rengarenk bağlarını görebileceğim bir gözüm olsun. Ama konumuz bu değil.) Çanak anteniniz doğru yere çevrilmişse eğer, içbükey yapısı gereği uzaydaki uydudan kendisine ulaşan sinyalleri yüzeyinde toplayarak tek bir noktaya ulaştırır. O noktada bir alıcı vardır ve sinyaller, alıcının diğer ucuna bağlı olan kablo aracılığıyla evin içindeki bir cihaza ulaşır. O cihaz sinyal denen şeyi görüntüye dönüştürmek amacıyla televizyona bağlanır ve böylece bir takım dönüştürme işlemi sonrasında ekranda birçok uyuşturucu program izlenebilir. Yani olayın, kaba bir hayalde canlandırma işlemi aracılığıyla bir takım dönüştürme işleminden ibaret olduğu kolayca anlaşılabilir. Yeryüzündeki bir merkezden uzaya giden görünmez sinyaller, o sinyalleri yeryüzündeki büyük bir alana kolayca yayabilen bir uydu, o uydunun sayısız sinyalini tek bir merkezde toparlayabilecek yapıda bir içbükey demir, kablo, elektronik cihazlar ve görüntü. Olay bu kadar basit.
Bulunduğum şehirde tam bir çanak anten kirliliği mevcut. İnsanların, görüntüler evlerindeki televizyon denen cihaza ulaşsın diye giriştikleri zahmet oldukça şairane. Bazen, balkonumdan şehrin manzarasına bakarken kendimce oyun oynarım. Gördüğüm şehir manzarasında, gözüme ulaşan her görüntüyü silmeye, yalnızca çanak antenlerin kaldığı haliyle şehri izlemeye çalışırım. Tanrım, ne büyük kirlilik. O anda -eğer diğer görüntüleri zihnimde silmeyi iyi başarabilmişsem- bütün evren çanak antenlerle doluymuş gibi gelir. Binaların ağaçların evlerin parkların görüntülerinin olmadığı bir yerde yalnızca çanak antenler bile yeterince kalabalıktır. Bir de tabi işin içinde görünmez sinyaller girer, görünmez frekanslarda farklı sinyaller. Her çanak antene uzaydan sinyaller ulaştığını düşünürsek, bu sinyallerin görünür olduğunu hayal ederim, mesela iplik gibi bir şeyle uzaya doğru bağlandığını. O anda, binlerce çanak anten, o çanak antenlerin her birine uzaydan çekilmiş iplikler olduğunu hayal ettiğimde dehşete kapılırım. Ama aynı zamanda bir yanıyla güzel de gelir. Çünkü baktığım şehir manzarası, bütün şehir görüntülerinden, yollardan, binalardan, parklardan, trafik ışıklarından ve daha aklınıza gelebilecek her şeyden arınmış bir şekilde yalnızca yuvarlak çanak antenlerden ve bu antenlere çekilmiş ipliklerden oluştuğunda, ortaya bir görüntü kaosu çıkar. Bu kaos aynı zamanda düzenli bir kaostur. Çünkü başımı yukarıya doğru çevirdiğimde bu karmaşık binlerce iplik birbirine hiç dolaşmadan belirli bir düzen içinde belirli bir noktaya, uzaydaki o uyduya doğru toplanır. Bir yerden sonra düzen gelir ve binlerce, milyonlarca çizgi, tek bir kalın çizgi haline gelir. O kalın çizgi uzaydaki istasyona uğrar ve daha düzenli bir biçimde ilk kaynağına tek bir çizgi olarak, ülkenin başka bir yerindeki merkeze döner.
O kaos görüntüsünün nasıl da muazzam bir yetenekle düzene dönüştüğünü görünce, o an, bazen, farklı bir kaos yaratma isteği doğar içimde. Mesela bir makasla merkezden uzaya çıkan düzenli ve kaos içermeyen ilk ipliği kesmek gibi. Veya farklı iki merkezden çıkan farklı iki ipliğin başlangıç noktalarını birbiri ile değiştirmek. Kendi ülkesinde, söz gelimi kendi dilinde bir haber kanalı izleyen biri, birkaç saniye içinde, yine söz gelimi Güney Afrika’nın uydusuna bağlanıp bir anda anlamadığı ve hiçbir şekilde anlam veremediği bir başka dilin, bir başka kültürün yayınını izlemeye başladığını hayal ederim. Açıkçası bundan biraz keyif de alırım. İstediğin kadar kanal değiştir, istediğin kadar yeni kanal ara, sana ait, alışık olduğun hiçbir şeye geri dönemezsin. Ülkende yaşanan herhangi bir diziyi izlerken ya da herhangi bir politika haberi izlerken, bir anda başka bir coğrafyada yayınlanan bir diziyi ya da başka coğrafyadaki bir habere yaptığın geçişi düzeltme şansın yok. Aynı makasla aynı tatlı dokunuşu bu kez dünyayla bağlantı kurmaya yönelik diğer ihtimalleri değiştirmek değil de tamamen ortadan kaldırmak için, internet vb. sinyalleri için de yaparsak bir süre sonra; insanların günlük yaşamlarının bir anda nasıl da elli yıl geriye gittiğini, ceplerindeki telefonların hiçbir işlevi kalmadığında sırf kendi kültürlerini unutmamak için video cd oynatıcıları bodrumlarındaki depolarından çıkarmalarını, eski filmleri, eski şarkıları, artık ellerinde nasıl bir cd bulunuyorsa onlara duydukları hayati gereksinimi gözlemleme şansımız olurdu. Yine de bu gözlem, çaresi ve faydası olmayan bir gözlem olurdu çünkü geriye dönüşün mümkün olmadığı ilk kapıdan girmiş olurdu insanlar.
İşte o gün, yani 21. Yüzyılın on dört Ocak günü, tam olarak buna benzer bir şey oldu. 1 yıl içerisinde bu coğrafyada yaşayan halk yavaş yavaş kendine yabancılaşmaya başladı. 5 yıl içerisinde ise tarihleri kitaplarda kaldı. En iyisi kendi aralarında anlattıkları halk hikayeleriydi çünkü bir açıdan kanıt sayılırdı: Sonuçta geçen zamana karşı yalnızca bellek aracılığıyla gerçekleşebilen bir başkaldırı da denebilir. Bir yere kadar. Çünkü insan bir noktada kendine de yabancı kalmışsa, tıpkı kör olan birinin 25 yıl sonra görmeye başlaması gibi bir karmaşa yaşayacağı, psikoteknik bir açıdan değerlendirildiğinde rahatlıkla söylenebilir.
Olan oldu ve o gün 1 yaşında olan çocuklar bir yetişkin olduğunda 26 yıl öncesinin yetişkinlerinden çok daha farklı bir kültüre sahip yetişkinler olarak yaşamlarına devam ettiler. Bunun bir yanıyla iyi sonuçları da oldu çünkü hiçbir anlamı olmayan gereksiz ahlaki değerler yerini daha kayda değer bir biçime bırakmak zorunda kaldı. İnsan, yaşamı boyunca pusula bellediği değerlerini bir çırpıda satmak için fırsat kolluyormuş meğer! 50 yıl içerisinde kendilerine bambaşka bir tarih ve bambaşka bir kimlik yarattı halk ve kesinlikle bir öncekinden çok daha kullanışlı olan alışkanlıkları ve günlük yaşam standartları oldu. Artık 50 yıl öncesindeki yaşam silik ve belirsiz, hiç kimsenin umursamadığı birer anı haline gelmişti, belirli bir ülke sınırı içinde yepyeni bir toplum ve yepyeni bir insanlık doğmuştu. Sonuçta tüm bunların olması için bir bebeğin yetişkin olacağı kadar zaman geçmesi yeterdi.
Kaos, düzen yarattı. Ama gelin görün ki, bu olanlara biraz içerledim çünkü bunları bir zamanlar evimin balkonunda hayal ettiğimi kanıtlamanın hiçbir yolunu bulamadım. Keşke zamanında “görünmez ipliklerin işlevi” başlığıyla yazı yazsaydım. En azından şimdikinden çok daha başka bir dilde de olsa fikrimi ispatlamanın bir yolu olurdu. Sonuçta, olanların henüz olmadığı bir dönemde fikri mülkiyet diye bir şeye önem verildiğini duymuştum. Ama konumuz bu değil.