“Şatoda çalışan iki görevli, belki de Kafka’nın en büyük yazınsal bulgusudur. İmgelem gücünün harikasıdır; iki yardımcının son derece şaşırtıcı olan varlıkları bir yana, bu bulgu anlamlarla doludur: Bu iki kişi zavallı şarkı öğretmenleridir, başbelâsıdırlar; ama aynı zamanda şatonun dünyasının tehdit edici ‘modernlik’ ini de temsil ederler: Aynasızdır bunlar, röportaj muhabiridirler, fotoğrafçıdırlar: Özel yaşamı tümüyle yok eden görevlilerdirler; dram sahnesinden geçen masum palyaçolardır; ama aynı zamanda, varlıkları, komikliği edepsiz ve Kafkavari olan bir sıkışıklığın kokusunu bütün romana yayan şehvet düşkünü röntgencilerdir.
Ama özellikle: Bu iki görevlinin bulgulanması, öyküyü her şeyin aynı zamanda tuhaf bir şekilde gerçek ve gerçekdışı, olanaklı ve olanaksız olduğu alana yükselten bir kaldıraç gibidir. On ikinci bölüm: K., Frieda ve yardımcıları, ilkokulun yatak adasına dönüştürülmüş bir odasında konaklamaktadırlar. Bu akıl almaz dörtlü, sabah tuvaletlerine başladıkları sırada içeri öğretmen hanım ve öğrenciler girerler; eğlenen, İlgilenen, meraklı (onlar da röntgencidirler) çocuklar kendilerini gözetlerken onlar paralel jimnastik çubuğuna asılmış örtülerin arkasında giyinirler. Bu durum bir şemsiye ile dikiş makinesinin buluşmasından çok daha fazla bir şeydir. İki alanın son derece münasebetsiz (nezaket kurallarına aykırı) buluşmasıdır: Bir ilkokul sınıfı ve kuşku uyandırıcı bir yatak odası.
Uçsuz bucaksız bir komik şiirselliği içeren bu sahne, (bir çağdaş roman antolojisinin başında yer alması gereken bu sahne) Kafka öncesi dönemde düşünülemez. Kesinlikle olanaksız bir şey. Kafka’nın estetik devriminin köktenci niteliğini belirginleştirmek İstiyorum, bu noktada diretmemin nedeni bu. Bundan yirmi yıl önce Gabriel Garcia Marquez ile yaptığımız bir konuşmayı anımsıyorum. Marquez şöyle demişti: “Başka türlü yazılabileceğini bana gösterin Kafka’dır.” Başka türlü yazmak, yani: Gerçeğe benzerliğin (vraisemblable) sınırını aşarak. Ama gerçek dünyadan (romantikler gibi) kaçmak için değil, fakat gerçekliği daha iyi kavramak için.
Çünkü, gerçek dünyayı kavramak, romanın kendi tanımlanmasına bağlıdır, bu tanımlamanın içinde yer alır; ama onu nasıl ele geçirmeli ve aynı zamanda İmgelemin büyüleyici oyununa nasıl bağlanmalı? Dünyanın çözümlenmesinde nasıl kesin ve aynı zamanda oyuncul düşlerde nasıl sorumsuzca özgür olmalı? Bu birbiriyle bağdaşmaz olan iki amacı nasıl birleştirmeli? Kafka bu kocaman bilmeceyi çözümlemeyi becerdi. Gerçeğe benzerlik’in duvarında bir gedik açtı; Birçok sanatçı, hepsi de kendi tarzında, bu gedikten geçerek Kafka’yı izlediler: Fellini, Garcia Marquez, Fuentes, Rushdie. Ve başkaları, ve başkaları.
Ermiş Garta’nın canı cehenneme! Onun hadımlaştırıcı gölgesi, roman sanatı alanında bütün zamanların en büyük şairlerinden birini görünmez kıldı.”
Saptırılmış Vasiyetler, Milan Kundera, Can Yay. Özdemir İnce çev. s.46-46